‘Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’ un Mayıs ayı söyleşisi İzmir’de yapıldı. Celal Abdi Güzer’in konukları, İzmirli mimarlar Dürrin Süer ve Metin Kılıç, kentin mimarlık ortamını anlattı. Dürrin Süer, ‘’Yatırımcılar, İstanbul ve Ankara’daki tıkanmanın ardından, İzmir’i bereketli topraklar olarak görüyor’’ dedi.
Kalebodur’un, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonuyla başlattığı ‘Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’ söyleşileri, her ay mimarlık dünyasının önemli isimlerini ağırlamaya devam ediyor. ‘Kalebodurla Mimarlar Konuşuyor’un Mayıs ayı söyleşinde Celal Abdi Güzer’in konuğu İzmirli ofis M+D Mimarlık’ın kurucuları Dürrin Süer ve Metin Kılıç oldu. Söyleşide Celal Abdi Güzer’in sorularını yanıtlayan ünlü mimarlar Süer ve Kılıç, kentin imkanlarını, eğitimini, mimarlık ortamındaki gelişmeleri ve yapılı çevrenin niteliğini değerlendirdi.
‘’İzmir, mimarlık ortamının çok önemli ve özgün bir parçası’’
Söyleşiye, İzmir’deki mimarlık ortamını değerlendirerek başlayan Celal Abdi Güzer, bölgede yerellik duygusunun ön plana çıktığını ve kentin hem ürettikleriyle hem de coğrafyasıyla, mimarlık ortamının çok önemli ve özgün bir parçası olduğunun altını çizdi.
İzmir’de farklı ölçeklerde çalışmalar gördüğünü belirten Güzer, ‘’İzmir’de çok farklı ölçeklerde çalışmak mümkün. İzmirli mimarların çalışmaları arasında çok küçük tek konutlar da var, büyük kurumsal yapılar da. Mimari yapılar, yönetmeliklerin zorlaması, iklim, malzeme, kültürel geçmiş gibi etkenlerle mimardan mimara farklılaşsa da bir yerellik meselesi var” dedi.
Son yıllarda yeni açılan okullarla da birlikte İzmir’in mimarlık merkezlerinden biri haline geldiğini vurgulayan Celal Abi Güzer, ‘’İzmir, mesleğin kurumsal örgütlenmesi açısından da enteresan bir şehir. Baktığımızda üç serbest mimarlar derneğinden bir tanesi burada. İzmir SMD çok güçlü ve çok aktif, çok sayıda etkinlik yapıyor. Bu açıdan öğrenciler çok şanslı” diye konuştu.
‘’İzmir’de nitelikli bir eğitim olduğunu düşünüyorum’’
Ülke olarak, mimar niteliği ve tasarımcı kalitesi anlamında uluslararası ölçekte pek çok mimarımız olduğunu kaydeden Dürrin Süer, ‘’Son zamanlarda pek çok yapı tasarlanıyor ancak üzerinde birçok tartışma yapılıyor. Kentsel, toplumsal, ekonomik anlamda birçok sorunu barındıran işler oluyor. Bütüne baktığımızda üretilen yapı stokunun mimarları istemedikleri işlere yönelttiğini düşünüyorum. Yatırımcılar, İstanbul ve Ankara’daki tıkanmanın ardından, İzmir’i bereketli topraklar olarak görüyor. Firmaların pek çoğu kendi mimarlarıyla İzmir’e geliyorlar. Ve çoğunlukla rant kaygısıyla hareket edildiği için bu durumdan rahatsızım” dedi.
İzmir’deki eğitim imkanlarını değerlendiren Süer sözlerine şöyle devam etti: ‘’İzmir’in kendi içindeki değişimine baktığınız zaman öğrenci profili açısından 25-30 sene öncesine göre farklı. Benim dönemimde 9 Eylül Üniversitesi daha çok Egeli, İzmirli belli aşamalardan geçen öğrencilerin geldiği okuldu. Son zamanlarda bu profil değişti. Bu öğrenciler artık İzmir’i tercih etmiyor. İstanbul, Ankara veya yurtdışını tercih ediyorlar. Ancak ben İzmir’de nitelikli bir eğitim olduğunu düşünüyorum. Yaşam koşullarından dolayı İzmir’i tercih eden genç mimarlar da var. Bundan 15 sene öncesine kadar mimarlığı dert eden nitelikli işler yapmak isteyenler direkt İstanbul’a gitmek istiyorlardı. Ama bir süre sonra o yoğun tempo yoğun çalışma yormaya başladı ve hatta meslekten uzaklaşma eğilimi gösteren mimarlar da oldu.”
‘’Parsel dışına çıktığımız zaman tasarım hizmeti bitiyor ve gelişigüzel kentler oluşuyor’’
Dünyaya göre Türkiye’de mimarlık düzeyinin çok iyi olduğunu savunan Metin Kılıç, ‘’Mimarlığı talep eden bir topluma sahip değiliz, ancak talep olduğunda da bunu karşılayabiliriz. Bugün, ülke olarak en büyük sorun kentlerimiz. Bugün ve gelecekte bu sorun büyüyerek devam edecek ve maalesef kentlerimiz daha da yaşanmaz duruma geliyor. Yapılarımız ne kadar kabul edilebilir ölçekte olsa da kentlerimiz maalesef öyle değil. Parsel dışına çıktığımız zaman tasarım hizmeti bitiyor ve gelişigüzel kentler oluşuyor” dedi.
Tüm olumsuzluklara rağmen bugün hala İzmir’de kendi koruyan bir direnç olduğunu ifade eden Kılıç, ‘’Yüksek yapılar veya imar planlarını delip uygulamaya girişen yapılar gibi özel sektörün arsızlığına İzmir direnebiliyor. İzmir’de bu noktada bir bilinç var” diye konuştu.
İzmir’deki eğitim ve istihdam durumunu da değerlendiren Metin Kılıç, ‘’Dışarıdan derslere giden biri olarak, bizler gibi tasarımla doğrudan uğraşan insanlar eğitimin içinde daha fazla olmaya başladılar. Bu da öğrencileri gerçek yaşama biraz daha yaklaştırıyor diye düşünüyorum. Üniversite sınavı öğrencileri kategorize ediyor ve daha başarılı öğrenciler devlet okullarına giriyor bu bir gerçek. Özel okullarda puan olarak daha düşük öğrenciler olsa da onların imkanları fazla. Birçok uygulamayı gidip görebiliyorlar, fuarları deneyimliyorlar ve eğitim kalitelerini yükseltiyorlar. İzmir sürekli çok fazla elemanla çalışmayı kaldırmıyor. Eleman sayıları 8-10’u geçmiyor. Bu da dönemsel projelerde olan rakam” şeklinde konuştu.
Kentin simgelerinden biri olan İzmir Fuarı konusuna da değinen Kılıç sözlerini şöyle tamamladı: ‘’Fuar konusu büyük bir tartışma. Kültür Park, ihtisas fuarlarını kaldıramayacak yapıdaydı ve bu nedenle ihtisas fuarları taşındı ve Kültür Park çok daha fazla kültürel faaliyetlerde kullanılmaya başlandı. Burası aslında hem yeşil alan olarak hem de kültürel etkinliklerde kullanılıyor. Yılda bir yapılan, uluslararası kimliğini yitiren fuar ise panayır gibi devam ettiriliyor. Bu da İzmir’in günlük yaşamına bir renk katıyor. Önümüzdeki süreçte bu alanı daha iyi değerlendirebileceğimizi düşünüyorum.”